“Din her zaman, yüzeydeki dalgalar ne kadar yüksek olsa da, denizin en derininde bulunan sakinliktir.”
Kendimize olan güvenimizin artması için, okulda ya da işyerinde başarılı olmak, arkadaş ve aile münasebetlerimizi güzel devam ettirebilmek ve kendi ahlaki standardımıza uygun davranışlar sergilemek gibi hallerde devamlı olarak çaba gösteririz. Fakat aynı zamanda, kendimizi iyi hissetmemize doğrudan etkisi olmayan çevresel ve kültürel şartların gereklilikleriyle de meşgul oluruz. Peki bunlar neden önemli, bizim özgüvenimizi etkileyen asıl faktör nedir?
Geçtiğimiz son on yıl boyunca psikoloji ilminin öncüleri, fertlerin kendine güvenini sağlayan en önemli etkenin, kişisel kazanımlar olduğunu ileri sürdü fakat Doğu ve Batı Avrupa, Ortadoğu, Güney Amerika ve Asya’yı da içine alan 19 ülkeden 5 bin gencin katılımıyla küresel çapta gerçekleştirilen bir araştırma, sözkonusu varsayımı şüpheli hale getiren yeni maddeler ekledi.
Sosyal psikoloji uzmanlarından Maja Becker başkanlığında yapılan araştırmaya göre, kendi kişisel önceliklerimiz ne olursa olsun, içinde yaşadığımız kültürü oluşturan değerlere ait gereklilikleri yerine getirebilmek, özgüven sahibi olmamızı etkiliyor.
Araştırmaya katılan gençler için, kendine güveni etkileyen dört ana faktör belirlendi: Hayatını kontrol edebilmek, görevlerini yerine getirebilmek, başkasına faydalı olabilmek ve sosyal statü sahibi olabilmek. Batı Avrupa ve Güney Amerika gibi bireysel özgürlüklerin ön planda olduğu toplumlarda yaşayan genç insanlar için kendi hayatını kontrol edebilmek önemli olurken Afrika, Asya ve Orta Doğu gibi uyum, gelenek ve güvenlik gibi değerlerin ön planda olduğu yerlerde ise sorumluluklarını yerine getirebilmenin daha çok tercih edildiği kaydedildi.
Veriler ışığında yapılan yorumlara göre, özgüven sadece kişinin kendisiyle ilgili olmayıp başka etkileşimlerle birlikte oluşmaktadır. Fertlerin içindeki özgüven sisteminin inşa edilebilmesi için, kültürel değerlerin kendileri için öncelikli öneme sahip olmadığını söyleyenler için bile, yaşadıkları toplumun temel ahlaki dinamiklerini içselleştirmiş olmanın önemli bir köprü olduğu belirtildi. Bu incelikli sürecin, insanların yaşadıkları topluma uyum sağlamalarını kolaylaştırarak sosyal uhuvveti sağlama konusunda yardımcı olabileceği vurgulandı.
Biliriz ki, birey ve toplum birbirini meydana getirir ve adeta birbirine mecburdur. Varolmanın dayanılmaz halleri de tam burada ortaya çıkar.
Bir binanın tuğlaları olarak yaşayan bireyler, o binayı ayakta tutabildiği sürece değerli değil midir? Böylesi bir bütünün parçası olmak, aidiyet krizini engellediği gibi ruhen savrulmaların da önüne geçer. Bireysel özgürlüğün sürekli kamçılandığı modern zamanlarda, özgüven sahibi olabilmek için “istediği gibi yaşamak” özendirilmektedir. Bu teklifi değerlendirmek için öncelikle “özgüven” nedir ve ne değildir netleştirmek gerekir.
Özgüven başkalarını hiçe saymak, kendini önemli zannetmek ve farklı olmak değildir.
Özgüven, hayatını nefsinin dürttüğü yönde koşturmak, heva ve hevesini ilah edinmek de değildir.
Özgüven, güvenilen bir insan olabilmektir.
Evrendeki varlığının anlamını ve kim olduğunu bilerek ayaklarını sağlam basabilmektir.
“Neden” yaşadığını bildiği için, dünyadaki diğer insanların “nasıl” yaşadığına bakarak komplekse kapılmamaktır.
Varoluşun sırrını bilenlerin özgüven problemi olabilir mi?
24 Şubat 2014, Maja Becker, Toulouse Üniversitesi, Fransa, Personality and Social Psychology Dergisi,