“Ağaç bütün
Meyve bütün,
Işık bütün,
Benim dünyam paramparça.”
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Kim olduğum, nerede olduğumun bir sonucu mu?
İngiltere’de yapılan yeni bir araştırmaya göre, yaşadığımız fiziksel mekanın özellikleri, karakterimizi sandığımızdan daha çok etkiliyor. İnsan tecrübelerinden ibaret değildir yargısının aksine, inşa etttiğimiz çevre aslında bizi inşa ediyor. Sahip olduğumuz mekan algısı, kendimizi ve kabiliyetlerimizi de belirliyor.
Durham Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Amanda Tailor Aiken ve arkadaşlarına göre, yaşadığımız fiziksel çevreye dair algımız, o mekanla olan münasebetimize ve zamanı nasıl geçirdiğimize bağlı olarak gelişiyor. Örneğin gideceğimiz bir yolu haritadan görmek ve kendi çabamızla bulabilmek iki farklı öğrenme yöntemidir. Haritada, nesneleri birbirine olan konumlarıyla düşünürken, yolu kendimiz bulmaya çalışırken etrafımızdaki nesneleri, kendimize göre olan konumlarıyla değerlendiririz. Birinde bilgilenme söz konusuyken diğerinde, çevreyle kendini bütünleştiren bir perspektif ve oryantasyon gerçekleşmektedir. Kısıtlanmamış hareket imkanına sahip olmak, insana farklı yollar ve bakış açıları kazandırmaktadır. Mekan algımızın çerçevesi, kendimizi, insanları ve diğer nesnelerin yerini belirleyen en temel ölçüdür.
Psikoloji bilimine göre karakter ve çevre (nature and nurture) ikilisi, ilmek ilmek dokuyarak bizi meydana getirir. Benliğin oluşum süreci ise, kendimizi ve yeryüzündeki yerimizi tanımlamakla gerçekleşir. Hal böyle olunca, insanoğlu hem kendi içinde sürekli bir oluşum, hem de bulunduğu devrin ve mekanın da özelliklerini yansıtan bir aynadır. Dünya görüşü, yaşadığı köyün ya da kentin mimarisinden bile etkilenirken, her gün geçtiği yollardaki yapıp etmeleriyle kendini daha iyi tanıyarak varoluşunu da anlamlandırır.
Dr. Scott Sampson, “How to raise a wild child (Evcil olmayan bir çocuk nasıl yetiştirilir)” isimli son kitabında, yaşadığımız yeri farketmenin önemine dikkat çekti. Amerika’da bir çocuğun ev dışında ve açık havada geçirdiği süre ortalama 7 dakika iken, ekran başında geçen sürenin ise 7 ila 10 saat arasında olduğunu haber verirken; nerede bizi sürekli dışardan eve çağıran annelerimiz ve yürüyerek gittiğimiz okullarımız diye sordu. Ayrıca, obezite, depresyon ve dikkat eksikliği gibi problemlerin giderek arttığı ve günümüz gençliğinin, yaşam süresi anne babasından daha kısa olacağı öngörülen ilk nesil olduğu belirtildi. Sampson bu değişimin sebebini 3 madde ile özetledi: İnsanların birbirinden korkması, anne-babaların çok meşgul olmaları ve günlük hayatımıza giren teknolojinin sahip olduğu bağımlılık yapma özelliği.
Bulunduğumuz yer bizi şekillendirir çünkü hangi kabiliyetlerimizi kullanarak orayı nasıl şekillendirebileceğimizi belirler. Vaktinin çoğunu evde ekran karşısında oturarak ve beyin hücrelerini hızlandırarak geçirmek, yaşadığımız çağın insanındaki mekan algısının nasıl da değiştiğinin en iyi göstergesi değil midir? Fiziksel dünyası giderek küçülürken, zihninde açılan yeni pencerelerin büyüsüne kapılarak nerede olduğunu unutmak, çarpıcı bir tezat aslında. Fakat bu değerlendirmeyi yapabilmek için gerekli olan akıl melekesi uyuşturulunca, ruh ve beden birbirini tamamlayamadığı için denge bozulmaktadır.
Modern hayatın içindeki günlük akışın, şu amaca hizmet ettiğine şahit olmaktayız: İnsanın kendisiyle olan rabıtasını koparmak! Kim olduğunu ve nerede olduğunu bilmeyenden, varoluşun sırrını araması beklenebilir mi? Oysa bir kıbleye yönelmek, yeryüzündeki konumumuzu sabitlerken, kim olduğumuzu ve niçin olduğumuzu da belirler.
Sözlerimizi Ethem Cebecioğlu hocamızın cümlesiyle noktalayalım: “ Nerede kendinizi Allah’a yakın hissediyorsanız oraya gidin.”
9 Mayıs 2016, Amanda Tailor Aiken, Durham Üniversitesi,