" Hiç bir günahkâr başkasının günahını yüklenmez ( günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için ( başkasını) çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır." ( Fâtır sûresi, Ayet 18 )
Bu ayeti kerime hakkında kısa bir yorum yapacak olursak;
Herkesin kendi günahından sorumlu olacağı, hiç kimsenin bir başkasının günahından sorumlu tutulmayacağı ifade edilmektedir.
Ancak, kötülükte çığır açanlar hem kendi günahlarından sorumlu, hem de o günahı işleyenlerin kötülüğünden sorumlu olur.
Nitekim Resûlullah (sav); " Kim bir kötü âdet çıkarırsa, ona, hem onun günahı, hem de onu işleyenlerin günahı vardır." buyurmuştur.
Maalesef, millet olarak, bu konuda sınıfta kalmış, ölü arkasından ağlamayı, adet haline getirmiş, hatta ölenin sesli sesli, bağıra, çığıra ağlayanı yok ise onu kınayan bir toplum haline gelmişiz.
Ölünün arkasından ağlamak, sadece son günlerin bir mes'elesi değildir. Asırlardır, bu millet evlatları ölülerine bağıra çağıra ağlamış, kimileri de üstlerini, başlarını yırtarak, vaveyla koparmıştır!.. Hatta, ölünün arkasından sesli sesli ağlamak için, " ağıtçı" insanlar kiralandığı görülmüştür. Şu hadisi şerife dikkat çekmek isterim:
" Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, cahiliye insanı gibi bağıra çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden , bizden, bizim yolumuzu izleyenlerden değildir. " ( Hadis)
Demek ki, ölünün arkasından ağlamak, üst-baş yırtarak toplumu, çevresini galeyana getirmek, İslamî, Kur'anî ve Nebevi bir tutum ve davranış değildir. Bu garip, cahili adetleri, kimler yapıyordu?
Mekke'nin putçu, sapık, sapkın insanları yapıyordu. Hatta hızlarını alamıyorlar, mezarlara bile koştukları, kabirlerini bile saydıkları oluyordu. Oysa, İslâm, bu çirkin adeti ve uygulamayı şiddetle kınamış, şiddetle men etmiştir.
" De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiç bir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber erecektir. " ( En'âm sûresi, âyet 164 )
Ölü arkasından ağlamak, bağıra çağıra sayha koparmak, ölmüşe bir fayda sağlamadığı gibi, kalanların da sıkıntısını, ızdırabını, dertlerini çoğaltmaktan, strese sürüklemekten başka hiç bir işe yaramayacak, bir fayda temin etmeyecektir.
Kimi zaman öyle olmaktadır ki, bu tür bağırmalar, sayha koparmalar, ölü evlerinde daha ilginç, daha sıkıntılı durumlar meydana getirmekte, kimi ölü yakınlarının bu tür ağlamalardan, sızlamalardan dolayı, kalp krizi geçirdiği, tansiyonların yükseldiği, bayılmalar, sinir krizleri geçirmeler olduğu görülmektedir.
Tabii ki, insanın yakını ölür de, ağlamaması mümkün müdür? Elbette, insan nahif, zayıf fıtratlıdır. Kalp ağlar, ağladıkça sükunete erer, mutmain olur!.. Bunu Resulullah ( sav)'in halinden anlıyor, onunda sessiz sessiz ağladığını siyerinden anlıyoruz.
" Kendilerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler: Biz hiç bir zaman kötülük yapmıyorduk, diyerek teslim olurlar. ( Melekler onlara şöyle der:) " Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir!" ( En'âm sûresi, âyet 28 )
" ( Onlar) meleklerin, " Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz ( iyi) işlere karşıılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir." ( En'âm sûresi, âyet 32 )
" Cennet ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. " Evet!" derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırır." ( A'râf sûresi, âyet 44 )
Dolayısıyla, gelenekçi kesimlerin, ölü başlarında, cenaze evlerinde, insanları teskin etmek maksadı ile, " ölmüşe azap çektiriyorsunuz, yapmayın. etmeyin" türü sözleri, asılsız, dayanaksız sözlerdir. Ancak, ölüye ağlamak, ölüye zarar değil de, kalan insanlara zarar vermektedir.
" De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bise asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." ( Tevbe sûresi, âyet 51 )
Netice olarak;
Müminler olarak, ölünün başında ağlamak, üst baş yırtmak, sayha koparmak yerine, ölen için bol bol dua etmeli, onun ruhaniyeti için tevbe-istiğfarda bulunulmalı, ruhu için sadaka vermeli, onun vasiyetlerini yerine getirmeye çalışılmalı ve arkada bıraktığı ailesine, çocuklarına bakmalıyız!..
Diğer taraftan, pek de Kur'anî ve Nebevi bir tatbikat olmayan ölü arkasından 7, 40 ve 52 diye uydurulan günlerde bir proğram, mevlid okutmamalı, o günlerde yapılan masrafları, ölünün ailesine, çocuklarına sarfetmeliyiz.
Çünkü, ölü arkasından, söz konusu günler; ne Resulullah (sav) döneminde ne de ondan sonraki sahabe devrinde yapılmamış, ölü arkasından mevlid, devir, iskat gibi şeyler icra edilmemiştir.
Çünkü, ölüm, bir mukadderdir. Herkes, her millet, her nefis ölümü tadacak, ölüm denilen son an, herkesin, her insanın ağız tadını bozacaktır.
" Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ( fakirlik) ile deneriz. ( Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!" ( Bakara sûresi, âyet 155 )
" İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır." ( Bakara sûresi, âyet 157 ) Hani,
Bedir harbinde şehid düşen 14 kişi hakkında nâzil olduğu rivayet edilen bu âyet, kabir azabına yahut safasına da delildir. Bilhassa, gelenekçi kesimler, bu ayeti öne sürerler. Kabir azabı hakkında. Yani,
Ölüm, korku, açlık, mal azlığı, fakirlik, hastalık; bunların hepsi birer sınavdır. Bunlar, bu tür şeyler dünya hayatının ayrılmaz parçalarıdır, hiç kimse bunlardan birisine yakalanmaktan kurtulamaz. En sonunda herkes ölecek, ölümün acısını tadacaktır. İnanan müminler, bu tür hadiseleri Kur'an'a göre anlayıp değerlendirmeli ve yaşamalıdır.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir