Kur’an Yahudileri mi yoksa onların sahip oldukları karakter yapısını mı lanetledi?
Kur’an’da değişik milletler ve onlara gönderilen peygamberlerden bahsedilmesine rağmen bu konuda ilk sırayı İsrailoğulları ve onlara gönderilen peygamberler alırlar. Bu peygamberlerin içerisinde de Musa (as) en önde yer alır.
K. Kerim doğrudan bir şahsı veya milleti muhatap seçmez. Seçmiş olduğu şahıs veya milletler değil, onların sahip oldukları inanç yapıları, sıfatları ve karakterlerdir. Eğer bir şahıs veya topluluktan bahsediyorsa, o topluluk o sıfat veya karaktere en fazla sahip olduğu içindir. O karakterlerin onlarla özdeşleşmesinden dolayıdır. Mesela Firavun, Nemrut ve Ebu Leheb gibi şahıslardan bahsederken asıl vurguyu onların şahıslarına değil, sahip oldukları inanç, düşünce ve karakter yapılarına yapar. Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerden bahseden ayetleri de böyle anlamak gerekir. Allah hiç kimseyi içeresinde doğmuş olduğu milletinden dolayı iyi veya kötü olarak nitelendirmez. Veya doğuştan bir milleti lanetli olarak kabul etmez. K. Kerim’de Yahudilere yönelik eleştiriler onların şahıslarına veya ırklarına değil, ortaya koymuş oldukları inanç, karakter ve fiillerinedir. Bu konularda en önde gittiklerinden muhatap olarak seçilmişlerdir.
Kur’an’ın övdüğü ve yerdiği durumları askıda asılı duran elbiselere benzetebiliriz. Kim hangi elbiseyi giyerse ona göre muamele görür. Firavun ve Nemrut’un fiillerine benzer filleri işleyen kimse Firavun ve Nemrut gibi muamele görür. Ebu Leheb’in karakterini sergileyen herkes onun elbisesini giymiş sayılır ve Tebbet suresinin muhatabı kabul edilir. Yahudiler hakkındaki ayetleri de böyle değerlendirebiliriz. Hangi din ve milletten olursa olsun Yahudilerin sergilediği davranışı sergileyen herkes o ayetlerin muhatabıdır. Hatta muhabbet duyanlar dahi aynı grubun içerisinde yer alırlar. Bugün kendileri Yahudi olmasa da İsrail’in yanında yer alan, onlara her türlü desteği sağlayan birçok devlet ve millet te Allah’ın lanetine muhataptırlar. Ahirette o Yahudiler ile aynı akıbeti paylaşacaklardır. Onun için Kur’an’da lanetlenilen Yahudilerin bizzat ırkları değil, sahip oldukları inançları, karakter yapıları ve ortaya koymuş oldukları fiilleridir.
K. Kerim birçok yerde farklı düşünce ve inanç yapılarından dolayı onları eleştirmiş, onların içerisinde bulundukları yanlış düşünce yapılarına dikkat çekmiştir. Bu olumsuz özelliklerinden bazılarına dikkat çekeceğiz.
Yusuf (as) zamanında Mısır’a yerleşen İsrailoğullarının birçoğu zaman içerisinde sistematik bir şekilde işkenceye maruz kalmış ve şahsiyetlerini yitirmişlerdi. Allah (cc) onları içerisine düştükleri bu durumdan kurtarmak için peş peşe peygamberler göndermiş ama onların hayatlarında pek bir değişiklik olmamıştı. Mısır’da Firavunun zulmü altında inlerlerken Musa (as) ile gizlice hicret etmeleri istenmişti. Onların kaçtıklarını haber alan Firavun ve askerleri hemen peşlerine düşmüş ve Kızıl deniz kenarında onları sıkıştırmışlardı. Allah (cc), Musa (as)’ın asâsını vurması ile denizi ortadan ikiye yarmış, inananları karşıya geçirmiş, Firavun’u ve askerlerini denizde boğmuştu.
K. Kerim’e göre Yahudiler;
Allah’ın yardımı ile Kızıl denizi geçip putperest bir toplulukla karşılaştıktan sonra: “Ey Musa! Onların tanrıları gibi, sen de bize bir tanrı yap!” (A’râf: 138) diyebilecek kadar alçalan, putperestliği tevhide tercih eden millettir.
Musa (as) vahiy almak için Tûr dağına gittiğinde 40 gün sabredemeyip, Samirî’nin yaptığı buzağıya tapmaya başlayan millettir. (Tâ-Hâ: 86-89)
Allah’ın vadettiği topraklara gitmek için çıktıkları çöl yolculuğunda, Allah’ın günlük olarak cennetten ikram olarak gönderdiği Kudret Helvası ve Bıldırcın etini soğan, sarımsak ve mercimeğe değiştiren millettir. (Bakara: 61)
Allah’ın kendilerine vad etmiş olduğu kutsal topraklara (Filistin) geldiklerinde o şehre girmeleri emredilince: “Ey Musa! Orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız. Eğer oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz de gireriz” (Mâide: 22-24)” diyecek kadar ileri giden millettir.
Sürekli Allah’ın apaçık ayetlerini görüp Musa (as)’a inanmaya davet edildikten sonra “Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız,” (Bakara: 55) diyerek haddini aşan millettir.
Sahil kenarına yerleştikten sonra Cumartesi balık avlanmaları yasaklanmıştı. Cumartesi sahile akın eden balıkları gördüklerinde sabredemeyip cumartesiden ağları denize indiren, balıkları ağların içerisinde toplayan ve Pazar olduğundan da girip o ağları denizden çıkaran milletin adıdır. (A’râf: 163) İşlerini kitaba değil de kitabına uydurmaya çalışan millettir.
Kendilerini Allah’ın oğulları, dostları ve seçilmiş kulları olarak gören millettir. (Mâide: 18)
“Ümmîlere (bizden olmayanlara) karşı yaptıklarımızdan bize vebal yoktur." (Âl-i İmrân: 75) inancına sahip olan ve bu inançlarından dolayı diğer milletlerin malını kendilerine helal gören millettir.
Başta Zekeriya (as) ve Yahya (as) olmak üzere kendilerine gönderilen çok sayıda peygamberi şehit eden, İsa (as)’ı öldürmeye çalışan ama muvaffak olamayan, hatta son peygamber Hz. Muhammed (sas)’i öldürmek için de suikast kuran ve bu yapılarından dolayı: “Onların haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve o azabı tadın diyeceğiz” Âl-i İmrân: 181) ikazına muhatap olan millettir.
Medine’nin korunması konusunda Hz. Peygamber (sas) ile anlaşma yapmış olmalarına rağmen her fırsatta anlaşmayı bozarak Müslümanları arkadan vuran topluluğun adıdır.
Allah’ın kendilerine gönderdiği kitapları keyiflerine göre değiştiren (Mâide: 13) ve sahte bir din uyduran kimselerin adıdır.
İnsanlar arasında Müslümanlara en şiddetli düşmanlığı gösteren kimselerdir. (Mâide: 82)
“Kim Allah’a güzel (karşılık beklemeden) bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder.” (Bakara: 245) ayetindeki inceliği anlamayıp veya anlamamazlıktan gelerek “demek ki Allah servetini kaybetmiş ve kullarından borç istiyor. Allah bizden borç istediğine göre O fakir biz zenginiz” (Âl-i İmrân: 181-182) diyen kimselerdir.
Her defasında Allah’ın emrini çiğnediklerinden dolayı Allah’ın gazabını hak etmiş ve lanetlenmiş kimselerdir. (Fatiha: 7; Nisâ: 51-52)